top of page

Ä°mam-ı Rabbâni Ahmed Faruki (k.s.)

Uzun boylu buÄŸday benizli, gökçek yüzlüydü. KaÅŸları siyah ve hilal biçimindeydi. Gözlerinin beyazı oldukça beyaz, siyahı daha siyahtı. Bakışları canlı ve keskindi. Çekme burunlu, dudakları ince kırmızı renkliydi. AÄŸzı orta büyüklükteydi. DiÅŸleri inci gibi düzgün ve parlaktı. Sakalı gür ve büyükçeydi. Ä°kinci hicrî bininci yılın yenileyicisi yani “Müceddid-i elf-i sanî.” NakÅŸî, Kadirî, Suhreverdî, ÇiÅŸtî ve Kubrevî tarikatlarından icazetli Rabbani imam ve Rahmani mürÅŸid.
Altın silsilenin 24. halkası “Ä°mam-ı Rabbanî” lakabıyla anılan mürÅŸidimizin asıl adı Ahmed b. Abdülahad el-Farukî. “Farukî” nisbesi, ikinci halife Hz Ömeru’l Faruk’un soyundan olmasından “Ä°mam-ı Rabbani” Allah adamı imam,demek Müceddid-i elf-i sanî” ÅŸöhreti, Hz Peygamber’in “Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinini yenileyen (müceddid) gönderecektir.” (Ebu Davud, Mışkat, l, 82) hadis-i ÅŸerifi gereÄŸi, ikinci bin yılın başında gelen “müceddid” sayılmasından.
Ä°mam-ı Rabbani, 971/1563 yılında Hindistan’da Delhi ile Lahor arasındaki Serhind denilen yerde doÄŸdu. Ä°lk hocası babası. Ondan Arapça ve Ä°slamî ilimler tahsil etti. Küçük yaÅŸta hıfzını tamamladı. Kemaleddin KeÅŸmiri’den aklî ve nakli ilimleri, Ä°bnu’l-Haceri’l-Mekkî île Abdurrahman b. Fihri’l-Mekkî’den muteber hadis kaynaklarını, Behlul BedahÅŸanî’den de fıkıh, tefsir ve diÄŸer islamî konulara dair eserleri okudu. Onyedi yaşında iken icazet alacak seviyeye geldi. Ä°lim tahsili sırasında bazı eserler telifiyle meÅŸgul olacak kadar ilme ve telife yatkındı. Küçük yaÅŸlardan itibaren tasavvuf yoluna olan meyli sebebiyle babası eliyle Kadiriyye, Suhreverdiyye ve ÇiÅŸtiyye gibi tarikatlara intısab etti.
Babasının vefatından sonra hac vesilesiyle memleketinden ayrıldı. Hac dönüÅŸü Delhi’ye geldiÄŸinde NakÅŸbendi ulularından Muhammed b. Baki billah’a intisab etti. Ä°ki aydan biraz fazla bir zaman içinde seyr ü sülukunu tamamladı.
Ä°mam-ı Rabbani, Hind-MoÄŸol hükümdarlarından Ekber-Åžah’ın baÅŸlattığı, karma yeni bir din, ihdası fikrine karşı “saf ve temiz Ä°slam”ı bütün güzellikleriyle savundu ve Ekber’ın oÄŸlu Cihangir’in ve ona tabi olanların Ä°slamî vasata ermelerini saÄŸladı. Ä°rÅŸad, tebliÄŸ ve mücadelelerle geçen ömrünü 63 yaşında noktaladı ve Serhind’de 1034/1625 yılında vefat etti. Serhind kabristanında medfundur. Türkçe telaffuzu bazan ‘Serhend” ÅŸekliınde ifade edilen bu yerin doÄŸru adı Serhind’dir. Hindistan sınırı demektir.
 

Denizin Denize KavuÅŸması Gibi 
Ä°mam-ı Rabbanî, NakÅŸî yolunu öÄŸrendiÄŸi ÅŸeyhi Muhammed Baki billah île Delhi’de karşılaÅŸtı. Ancak bu karşılaÅŸma, tesadüf eseri meydana gelmiÅŸ deÄŸildi. Belki de Bakibillah’ın Delhi’ye geliÅŸi, ilahî kaderin “Muceddid-i elf-i sanî” olarak takdir buyurduÄŸu Ahmed Farukî’yi yetiÅŸtirmek içindi. Åžeyhi Hacegî Muhammed Emkenegî tarafından Ä°mam-ı Rabbanî’yi irÅŸad için gönderilen M. Bakibillah ile Ä°mam-ı Rabbani’nin buluÅŸması iki denizin birbirine kavuÅŸması gibiydi. Ahmed Farukî, sahip olduÄŸu üstün kabiliyet sayesinde iki ayda ÅŸeyhinin yanında sülukunu tamamladı. Ä°mam-ı Rabbani, bunu bizzat kendisi Mektubat’ında (l,333 vd 190 Mektup) ve ondan naklen el-Hanî, el-Hadaiku’1-Verdiyye adlı eserinde anlatmaktadır. Mektübat’ın verdiÄŸi bilgilere göre Ä°mam-ı Rabbani, “lafza-i celal” zikriyle baÅŸladığı sülukunu gaybet, fena, cem’, sahv ve sekr hallerinden geçerek “müÅŸahede”ye erdiÄŸi ÅŸeklinde anlatır. MüÅŸahede halinde bütün zerreleri Hakk Teala’nın görüldüÄŸü aynalar olarak tanımlar. Onun ardından Hakk’ı, varlığının bütün zerreleri ile beraber görür. Bunu, Hakk’ı kainata bitiÅŸik, ya da ayrı olmayarak, içinde veya dışında bulunmayarak müÅŸahede hali izler. Bunun ardından, Hakk Teala’yı kainat île iliÅŸkisi olmayan ve keyfiyeti bilinemeyen bir ilgi içinde bilir. Nihayet keyfiyet, ya da tenzih ile de olsa müÅŸahede edilen Hakk’ın tekvîn (yaratma) sıfatıdır.
Bu halleri anlattıktan sonra şeyhi tarafından kendisine irşad icazeti verildiğini ve bu emre uyarak irşada başladığını anlatmaktadır.
 

YaÅŸadığı Dönem 
Ä°mam-ı Rabbanî’nın yaÅŸadığı dönemde Hindistan bölgesinin idaresi MoÄŸol hükümdarlarının elindeydi. Bunlardan özellikle imam ile çaÄŸdaÅŸ olan Ekber Åžah, sapıklığın, dalaletin zirvesindeydi. O, Hinduizm, Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi dinlerin, beÄŸendiÄŸi taraflarını alarak yeni bir din kurma gayreti içindeydi. Ancak onun kurmaya, çalıştığı din, en çok Hinduizmden etkileniyordu. Sultan, hindulara yaranmak, onların gönüllerini kazanmak istiyordu. Mecüsîlerden ateÅŸe tapmayı, hristiyanlardan çan çalmayı, istavroz çıkarmayı, hindulardan dini gün ve bayramları, merasim ve törelerle ruh göçünü, tenasüh inancını aldı. Devrin tasavvuf mensubu sayılan bazı kimseler filozofların özellikle iÅŸrakiyye ve Revakiyye felsefelerinin varlıkla ilgili görüÅŸlerini Hind felsefesiylede karşılaÅŸtırarak anlatıyordu. Böylesine karışık ve sultanların uluhiyet iddiasına kalkıştığı bir dönemde yetiÅŸen Ä°mam-ı Rabbani, çok büyük bir mücadele verdi. Silahsız ve kimsesiz bu gönül mücahidi, tek basına güzellikler dini Ä°slam’ı savundu. Sultan; hapis, iÅŸkence, her türlü sindirme politikalarını izlediyse de baÅŸarılı olamadı. Hükümdarın uydurduÄŸu din, bütün sapıklıklarıyla tükendi. Ä°mam-ı Rabbani ezilen, yara alan islam’ı yeniden dirilik ve güzelliÄŸiyle hayata koydu. Tasavvufa, ruhbanlık ve felsefi cereyanlardan sokulmak istenen “hulul, ittihad ve tenasüh” gibi düÅŸünceleri atıp onu asıl kaynağı olan Kur’an ve Sünnet çizgisine getirdi. Halk arasında yayılan bid’at ve cahiliyye adetlerini temizleyerek ÅŸeriata baÄŸlılığı perçinledi. Ä°mam-ı Rabbani’nin terbiye anlayışıyla yetiÅŸmiÅŸ binlerce halife, mürid ve müntesihi, bu düÅŸünceleri Orta Asya, Anadolu, Irak ve Suriye taraflarına da taşıdı.
 

Eserleri ve Mektubat’ı: 
Ä°mam-ı Rabbani, gençlik yıllarında bir takım eserler ve risaleler kaleme almışsa da, ÅŸeyhlik yıllarında gönül sohbeti ve mektupla irÅŸad usülünü benimseyerek, eser telifini bıraktı ve Mektup’la irÅŸad, Hz. Peygamber’le baÅŸlayan bir tebliÄŸ yöntemiydi. Asr-ı saadetten sonra pek çok ilim ve gönül adamı, bunu benimsedi. Ä°mam-ı Rabbanî’nin gerek talebelerine ve halifelerine, gerekse halktan kendisine soru soran kimselere yazdığı mektuplar bir eser haline gelmiÅŸ, muhtelif dillere terceme edilerek kaynak eser niteliÄŸi kazanmış, tasavvuf ve ahlakta müracaat kitabı olmuÅŸtur.
 

Vahdet-i Vücud -Vahdet-i Åžühud: 
Ä°mam-ı Rabbanî’nin en önemli özelliklerinden biri de genellikle “Vahdet-i vücüd” denilen “Panteizm” ile karıştırılan vahdet-i vücudu “Vahdet-i ÅŸühüd” adıyla daha anlaşılabilir hale getirmesidir. Vahdet-i vücud’daki “HerÅŸey O’dur” anlayışına, “HerÅŸey O’ndandır” ÅŸeklinde anlayan, Hakk ile halkın ayrı ayrı varlığı bulunduÄŸunu, ancak halkın vücudunun Hakk’ın varlığına göre gölge mesabesinde olduÄŸu görüÅŸünü benimsemiÅŸtir. “EÅŸya’da Hakk’ı görme” ÅŸeklinde ifade edilen vahdet-i ÅŸühud bir bakıma vahdet-i vücudun ileri derecesi olarak görülmesidir.
 

DerviÅŸlik, Åžeyhe Teslimiyyet 
Müridin, ÅŸeyhine baÄŸlılıkta “Gassal (ölü yıkayıcı) önündeki ölü gibi olması gerektiÄŸini” öÄŸütlerdi. Minnet ve ıstırabı aÅŸkın levazımı sayardı. Yoksulluk, sıkıntı ve derd, çaresiz katlanılacak hususlardandı. Çünkü dost, sevdiÄŸini, kendisinden baÅŸka her ÅŸeyden kesilmiÅŸ ve sıyrılmış bir halde görmek ister. Bu makamda huzur huzursuzlukta, karar kararsızlıkta, rahat rahatsızlıkta olurdu. Bu makamda nefsin talebine çare aramadan kendini minnet ve ıstıraba bırakmak, devanın ta kendisidir. Devlet, O’ndan ne gelirse razı olmaktır.
DerviÅŸlikte kemalin ÅŸartı olarak fenaya ermeyi ÅŸart koÅŸardı. O’na göre fena “ölmeden evvel ölmek” sırrına ermekti. DeÄŸilse insan, kalbi, dünya mabudları ve nefs putlarına tapmaktan kurtulamazdı.
Anlatıldığına göre Abdülhakim Siyalkuti, Ä°mam-ı Rabbani ile çaÄŸdaÅŸtı ve onu küçümseyenlerdendi. Bir gece rüyada, Ä°mam-ı Rabbani’yi gördü. Ä°mam ona: “Habibim sen “Allah” de geç. Onları daldıkları bataklıkta bırak da oynayadursunlar” (el-En’am, 6/91) ayetini okudu. Rüyada bu ayetin manası sayesinde Åžeyh Abdülhakim’in kalbinde aÅŸk, muhabbet ve ÅŸevk meydana geldi. Kalbi “Allah Allah” diyerek uyandı. Uyandıktan sonra da zikr-i ilahî devam etti. DoÄŸruca Ä°mam-ı Rabbanî’ye gidip intisab etti. Rivayete göre Ä°mam-ı Rabbanî’ye Müceddid-i elf-i sanî sıfatını veren odur.
 

Sahabe ile Veli Arasındaki Fark 
Fena, baka, süluk ve cezbe ile Hakk’a yakınlık için, “velayet yakınlığı” tabiri kullanılır. Ümmetin velileri bu “yakîn” ile ÅŸereflenmiÅŸtir. Ashab-ı kiramın Resülullah (s.a) Efendimizin sohbetiyle elde ettikleri yakınlığa “Nübüvvet yakınlığı” denilir. Nübüvvet yakınlığı, ittiba ve veraset yoluyla gelmiÅŸtir. Bu yüzden bu yakınlıkta fena, baka, cezbe ve sülük yoktur ve bu yakınlık, velayet yakınlığından üstündür. Çünkü nübüvvet yakınlığı, asıl yakınlıktır. Velayet yakınlığı ise onun gölgesinde bir yakınlıktır. Velayet yakınlığına ulaÅŸmak için fena, baka, cezbe ve sülük, öncü ve baÅŸlangıç sayılır. EÄŸer yol, nübüvvet yakınlığı caddesine düÅŸecek olursa, o zaman bu öncü ve baÅŸlangıca gerek kalmaz. Ashab-ı kiram nübüvvet yakınlığı caddesinden yürümüÅŸlerdir.

 

Åžeriat ve Tarikat 
Ä°mam-ı Rabbanî’ye göre gerçekte ÅŸeriat ve tarikat birdir, ikisi arasında ayrılık, gayrılık ve fark yoktur. Ancak toplu ve açık tasnifte farklılık vardır. Åžeriat icmaldir, derli toplu belli manalardır. Hakikat ise ayrıntılardır. Birine çeÅŸitli delillerle, diÄŸerine keÅŸf ile erilir. Biri gayb, biri ÅŸehadettir. Åžeriat gayb, hakikat ise ÅŸehadet sayılır ÅŸeriat gayba imanı emreder, hakikate erince gizli, saklı bir ÅŸey kalmaz, her ÅŸey açık hale gelir. Åžeriatın emri gereÄŸi açıklanmış hükümler, hakka’l-yakîn hakikatıyla tahakkuk edince aynen açığa çıkar, ayrıntıları ile ortaya dökülür. Daha önce gayb, iken ÅŸehadet aleminde gözükürler. Hakka’l-yakîne eren kimsede meydana gelen, ilimler, ÅŸeriat ilimlerine uygun düÅŸer. Arada kıl kadar da olsa bir ayrılık olsa hakka’l-yakîn makamının hakikatine ulaşılmamış sayılır.
Erbab-ı tarikatten sadır olan ve ÅŸeriatın emirlerine aykırı görülen tutum ve sözler, genellikle vaktin manevi sarhoÅŸluÄŸuna yorulur. Bunlar seyr ü süluk esnasında meydana gelir. Yolunu tamamlayan kimseler, ayıldığı, sahv ve temkine erdiÄŸi için onlarda bu tür sözler kalmaz
 

Hz. Ebu Bekir (r.a) ve NakÅŸbendîlik 
Ä°mam-ı Rabbanî NakÅŸbendiyye tarikatının başının Hz Ebü Bekir olduÄŸunu belirttikten sonra, bu yoldaki baÄŸlılığın bütün baÄŸlılıkların üstünde olduÄŸunu anlatır. Çünkü onların baÄŸlılıkları Hz Ebu Bekir (r a)’ın huzuruna baÄŸlı özel bir baÄŸlılıktır. Ayrıca NakÅŸbendiyye tarikatının bir baÅŸka özelliÄŸi de, bu yolda, sonda elde edilecek makamın, iÅŸin başında elde edilmesidir. Çünkü Åžah-ı NakÅŸbend,’Biz sonu, öne aldık” buyurur. Tarikatte nihai gaye Hakk’a vuslattır, onun da dereceleri vardır. NakÅŸî mensupları yolun başında vuslattan nasib alırlar.
 

Veraset Ä°lmi 
Cenab-ı Peygamber (s a) buyurur ki “Alimler, Peygamberlerin varisleridir” (Ahmed b Hanbel’ın müsnedi) Ä°mam-ı Rabbanî’ye göre alimler iki tür ilim bırakmışlardır. “Ahkam ilmi, esrar ilmi” Peygamber varisi olmaya layık olan kimse peygamberlerin bu iki ilmine de varis olur. Sadece birine varis olmak yetmez. Çünkü mirasçı, ölenin herÅŸeyine varis olur. Murisin bıraktıklarından bazılarına varis olup bazılarına olmaması, söz konusu olamaz. Hz Peygamber (s a) bir baÅŸka hadislerinde “Ümmetimin bilginleri, Ä°srailoÄŸullarının peygamberleri gibidir” buyurmuÅŸtur. Burada geçen alim, Hz Peygamber’in her iki mirasına da varis olandır.
Sırlara dair ilimler, manevi sarhoÅŸluk denilen “sekr” halinde söylenen vahdet-i vücud, vahdette kesreti, kesrette vahdeti görme gibi duygular ve bilgiler deÄŸil, sahv, yani ayıklık halindeki keÅŸf ve ilhamlardır.
 

Bid’atlerle Mücadele 
Ä°mam-ı Rabbanî, her bid’atin bir sünneti ortadan kaldırmasından dolayı bid’atlerle çok mücadele etmiÅŸtir. Bıd’atlerin sünnetleri kaldırdığını örneklerle anlatırken ÅŸunları söylemektedir. Mesela bazı ÅŸeyhler, sarıklarının uçunu sol taraftan sarkıtırlar. Bunu da iyi ve makbul sayarlar. Oysa ki sarığın uçunun iki omuz arasından sarkıtılması sünnettir. Sarığını sol taraftan sarkıtma bid’ati iÅŸleyen kimse böylece bir sünneti ortadan kaldırmış olmaktadır.
Bunun daha ileri derecesinin ise, namaza niyyet konusunda olduÄŸunu anlatır. Namaza myyet konusunda dil ile niyyetin tekrarlanması sünnette yoktur. Bazı alimler, kalb ile myyete yardımcı olur, düÅŸüncesiyle bu görüÅŸü benimsemiÅŸlerdir. Bazıları da sadece dil ile niyyeti kafi görmüÅŸlerdir. Sadece dil ile niyyeti kafi görmek Ä°mam-ı Rabbanî ye göre bir farzın ortadan kaldırılması sonucunu doÄŸuracak kadar tehlikeli bir bid’attir. Çünkü namaza uyanık bir kalb île niyyet farzdır. Dil ile niyyeti yeterli görmek bu farzı ortadan kaldırmaktır.
 

Velilik 
Ä°mam-ı Rabbanî’ye göre velilik fena ve baka hallerinden sonra gelen makamdır. Keramet de veliliÄŸin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak keramet ve olaÄŸanüstü halı çok olan velinin kemalinin de çok olduÄŸu anlaşılmamalıdır. Aksine olaÄŸanüstü hali az olanın veliliÄŸi belki daha mükemmeldir. Keramet ve olaÄŸanüstü haller, hem “urüc” yani manevi yükseliÅŸ sırasında, hem de “hubut” yani kemalat kazandıktan sonra halkın arasına karışmak üzere “iniÅŸ” sırasında görülür. Ancak “urüc” sırasındaki olaÄŸanüstü haller, “hubut” ve “nüzul’ sırasındakinden çoktur. Çünkü biri sebepsizlik alemine yükseliÅŸ, öbürü sebepler alemine dönüÅŸtür ve sebepler alemine dönüÅŸte temkin daha çok olur.
Ä°mam-ı Rabbani, NakÅŸîlik yoluna yeni bir üslup kazandırarak kendisinden sonra bu tarikat, NakÅŸbendiyye-i Ahrariyye-i Müceddidiyye diye anılmıştır.
-rahmetullahı aleyh-

​​​

​

​

​

​

​

  • Muhakkak Allah emaneti ehline vermenizi emreder

  • Allah-ü Teâlâ’nın sevgisi

  • Fetret Devresi

  • Hacı Babamızın Evlatlarına Nasihatları

  • Hacı Babamızın Halifeleri

  • Ä°mtihan Dünyası                    

  • Allah ve Resülü’nün dilinden dökülen inciler 

  • Peygamberimiz Bir Sohbetinde buyurdular ki

  • Sohbet

  • Takva

  • Tasavvuf

  • Yaratılanı severiz yaratandan ötürü

  • Zikir

  • Hz.YUNUS ‘ dan (K.S.)

  • Rabıta ile Ä°lgili Âyetler Kudsi Hadisler ve Hadisi Åžerifler

  • Letaife Hamse

  • Mürakebe Makamları

  • Nebî âşığı ÅŸair Nâbî

  • DerviÅŸin GeliÅŸ, GidiÅŸ Halleri

  • Takdir

  • KiÅŸinin Sevgisi

  • NakÅŸibendi Tarikatının Kaideleri ve Kandilleri

SAYFALAR
bottom of page