top of page

Muhammed Ma’sum Es-Serhindi (k.s.)

Uzun boylu, buÄŸday benizli, gökçek yüzlüydü. Gözünün beyazında bir miktar kırmızılık vardı. Havf ve haÅŸyeti galip, daimi huzura malik bir gönül sultanıydı.
Asıl adı Muhammed’di. Günaha düÅŸmekden ve ÅŸüphelilere yaklaÅŸmaktan çok sakındığı için “Ma’sum” ikabıyla anılırdı. Ä°mam-ı Rabbani’nin yedi oÄŸlundan üçüncüsüdür. Babamdan sonra, ilim, marifet takva ve yakîn açısından onun yerine en layık olanı olduÄŸundan halefi oldu. Akranları ve tanıyanları kendisine “el-Urvetü’l-vüska” (saÄŸlam kulp) lakabını vermiÅŸlerdi.
1007/1598 yılında Serhind’de doÄŸdu. Ä°lk dînî ilimleri önce aÄŸabeyi muhammed Sadık’tan, daha sonra da babasından okudu. Muhammed Tahir el-Lahorî de hocaları arasındadır. Üç ayda Kur’an’ı ezberleyebilecek bir hafızaya sahipti. Babasının ders ve sohbetlerinin aralıksız müdavimiydi. Çok kısa sürede Ä°mam-ı Rabbani’nin müntesibleri arasında temayüz etti. Babası ondaki bu fevkaladeliÄŸi sezerek büyük manevi makamlara ereceÄŸini müjdelemiÅŸti. Babasının vefatından sonra irÅŸad makamına oturdu. O zaman henüz yirmi yedi yaÅŸlarında bir gençti. GençliÄŸine raÄŸmen halinin kemali herkesçe müsellemdi. Bir ara hac için Hicaz a gitti Bir sure Medine-i Münevvere’de mücavir olarak kaldı ise de tekrar memleketine döndü. Ömrünün kalan kısmını ders ve irÅŸadla geçirdi. Ders olarak genellikle Beyzavi Tefsiri, el-MiÅŸkat ve el-Hidaye gibi fıkıh ve hadise dair muhtelif eserler okuttu.
Babası gibi, ilim ve tarikat yolunda pekçok hizmetlerde bulundu. Bid’at lerle mücadele etti Yüzbinlerce kiÅŸiye inabe verdi. Binlerce halife yetiÅŸtirdi. Delhi dergahı bütün Ä°slam dünyasınca meÅŸhur oldu. Arap, Acem, Türk, Tacik pek çok kimse bu ocaktan yetiÅŸti. Åžeyh Seyfeddin, Åžeyh Mirza, Mazhar-ı Can-ı Canan buradan yetiÅŸenlerdendir. NakÅŸbendiyye’nin Müceddidiyye kolu, zamanla Hindistan, Türkistan ve Horasan bölgesinin en yaygın ve en etkili tarikatı haline geldi Bu yüzden bazıları Åžeyh Muhammed Masum hakkında “Kıt’aların ve ülkelerin kandili, Hindistan dan Anadolu’ya yeryüzü onun fazl ve bereketiyle aydınlandı” demektedir.
Ä°mam-ı Rabbani’nin Mektübat’ ına benzer tarzda ilahî sırlardan ve tasavvufî inceliklerden bahseden üç cildlik Mektübat’ı vardır. Bu eseri, Müstakimzade Sadeddin Süleyman tarafından Türkçe ye çevrilmiÅŸ ve Ä°stanbul’da (1277 H ) basılmıştır.
Muhammed Ma’sum 1079/1668 yılında Serhind’de vefat etti Orada medfundur
Ä°mam ı Rabbanî, oÄŸlu Muhammed Ma’sum’la tefe’ül eder Onun doÄŸumunun kendisine hayır getirdiÄŸini söylerdi. Çünkü ÅŸeyhi Muhammed Baki Billah île buluÅŸup karşılaÅŸması, Muhammed Ma’sum un doÄŸumundan hemen sonraydı. Ä°mam-ı Rabbani bu yüzden ona özel bir ilgi duyar ve. “OÄŸlum sende asalet eserleri var. Senin hilkatinde nur-ı Muhammedi’nin hilkat çamurundan bir eser, bir bakiyye mevcut’ diye iltifatta bulunurdu. Vefatına yakın sırada oÄŸluna “Bende tasavvuf ehline aid ne varsa hepsini sana verdim. Seninle olan alakam, tasavvuf ve tarikat sebebiyledir. Åžimdi onu da sana emanet ediyorum ” diyerek onu yerine halef bıraktı.
 

Nefs ve Fena Hali: 
Sordular
– Tasavvuf yolunun yolcularına ÅŸeytan sataşır mı’? Åžunu söyledi:
-Bu konuda en saÄŸlam ölçüyü Abdulhalik Gucduvani veriyor “Åžeytan, Maneviyat yolunun yolcusuna fenaya ermedikçe öfke anında sırayete yol bulabilir. Fakat nefsini fenaya erdirmiÅŸ bir kimsede öfkenin yerini gayret, yanı kıskançlık ve düÅŸkünlük alır. Gayret, ÅŸeytanı kaçırtır.
“Fena” halini ÅŸöyle anlatırdı. Fena hali gelince zat tecellisi arifin bütün benliÄŸini sarar Kul, kendi fiil ve sıfatlarını Hakk’ın fiil ve sıfatları olarak görmeye baÅŸlar, kendi fiil ve sıfatlarını hatta zatını görmez olur. Böylece fenaya eren kimse, ikinci bir doÄŸumla kendisine bağışlanan bir varlıkla var olur. Bu vasıflarla “hakkalyakîn”e ulaÅŸana Ä°slamın güzelliÄŸi açılır. Ä°slam’ın güzelliÄŸine eren de hayretten, dehÅŸetten ve ÅŸaÅŸkınlıktan kurtulur .
 

Takva ve Arınma: 
Takvayı bir arınma iÅŸi olarak görürdü Hakk’tan baÅŸka ÅŸeylerden, masiva kirinden temizlenmedikçe takva gerçekleÅŸmezdi. Ä°ç alemde ne göze gelen bir mana ve ne de bir iz kalmamalı ki, “Her ÅŸeyden kesilip sadece Allah’a yönel!” (el-Müzzemmil, 73/8) ayetinin sırrı tecelli etsin. Böylece kul kendinden geçer, halk ve emir alemiyle baÄŸlantılardan soyutlanır. “Ey iman edenler, gerçek anlamı neyse o ÅŸekilde takva sahibi olunuz.” (Al-i Ä°mran, 3/102-103) ayetinde Allah Teala adeta ÅŸöyle buyuruyor: Ey zahiri halleriyle müslüman olanlar, Allah a göre “aÄŸyar olan ÅŸeyleri bırakın Tertemiz olarak Allah’a koÅŸun Oyalayıcı, baÄŸlayıcı ÅŸeylerden kaçın Nefs bağından da kurtularak gerçek hürriyete kavuÅŸun. Bu öylesine bir yöneliÅŸ olsun ki, halk alemindeki vücudunuzdan ve emr aleminden olan hususiyetinizden eser kalmasın. Ayetin devamında “Ancak ve ancak müslüman olarak olunuz!” buyurulmaktadır. Ya ölmeden evvel ölmek sırrına ereceksin, ya da müslüman olarak ölmeye çalışacaksınız. Hakiki Ä°slam, tam bir teslimiyete ermektir. Bu ayette tam bir teslimiyetle manen olmuÅŸ olmaya fani arzulardan soyutlanmaya teÅŸvik vardır. Bunlar sürekli olmalıdır Böyle ölmeden evvel ölmek sırrı ÅŸimÅŸek gibi gelip geçici olursa, tesiri daimi olamaz “Toplu olarak Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” ÅŸeklinde devam eden ayet Kur’an’a ve onun uygulayıcısı Hz Peygamber (s a) e baÄŸlılığı emretmektedir.
 

Åžühüd veya MüÅŸahede 
Muhammed Masum bu konuda ÅŸunları söylerdi. Büyükler müÅŸahede halinden yana gözlerini yummuÅŸlardır. Onlara göre vuslat hayaldir, bu yüzden gayb ile yetinir ve bunu bin müÅŸahededen üstün tutarlar. Gayretlerini kulluÄŸa teksif ederler. Ä°mama yetiÅŸip ilk tekbiri onunla almayı, bin kere tecelliye ermekten daha güzel sayarlar, zuhurattan ileri görürler. Huzur ve huÅŸu içinde secde yerine bakmayı ÅŸühuddan ve müÅŸahededen hoÅŸ bulurlar.
 

Sevgi Üstüne 
Mektubat’ında çok ince konuları, nezih bir üslub içinde anlatan Muhammed Ma’sum gerçek sevgiyi sevenle sevilen arasındaki iliÅŸkiyi ÅŸöyle anlatmaktadır. “Sevgilinin sevgiliye nimet vermesi de aç bırakması da bir olmalıdır. Seven, sevdiÄŸinin in’amından da, acı vermesinden de zevk almalıdır. Hatta sevgilinin acı vermesi, nimet vermesinden daha hoÅŸtur. Çünkü nimette sevenin menfaati söz konusudur. Acı gelen ÅŸeylerde ise sevilenin hoÅŸnudluÄŸu mevzubahstir Bu yüzden acılar, nimetten daha çok, kulu Allah’a yaklaÅŸtırır.
Tarikatta sevginin baÅŸlangıçtan nihayete kadar lüzumunu ÅŸöyle belirtirdi. Sevgi sadık müridi, ÅŸeyhinin kemalatını cezbetmeye sevkeden bir güçtür. Sevgi sayesinde murid ÅŸeyhinin boyasına boyanır, onun fırınında piÅŸer. Bu sevgi sayesinde gönül dünyası ÅŸeyhiyle bütünleÅŸir. Onun aracılığıyla sevgi deryasında dalgıç gibi aÅŸk incileri derlemeye baÅŸlar. Ancak sevginin zuhuru çoÄŸu zaman hüzündür Gönüldeki sevgi ateÅŸi dışa hüzün olarak yansır. Nitekim Alemlerin Efendisi, Hz Peygamber (sa) sevgi deryası olduÄŸu halde daima hüzünlü idi. Gülmeleri bile tebessümden ibaretti.
Muhammed Ma’sum, NakÅŸbendiliÄŸin sohbet yolu olduÄŸu esasından hareketle ÅŸunları söylüyor. ‘Bid’at ehli kimselerin sohbetinden uzak durmalıdır. Bid’at olan ÅŸeylere bulaÅŸmaktan da sakınmalıdır. KurtuluÅŸ sünnettedir.
Kamiller sohbetini aramalı, nakıs kiÅŸilerin sohbetinden kaçınmalıdır Çünkü nakıstan kamil gelmez’.
Muhammed Ma’sum emaneti oÄŸlu Muhammed Seyfeddin’e bırakarak Hakka yürüdü.
-Rahmetullahi aleyh.

​​​

​

​

​

​

​

  • Muhakkak Allah emaneti ehline vermenizi emreder

  • Allah-ü Teâlâ’nın sevgisi

  • Fetret Devresi

  • Hacı Babamızın Evlatlarına Nasihatları

  • Hacı Babamızın Halifeleri

  • Ä°mtihan Dünyası                    

  • Allah ve Resülü’nün dilinden dökülen inciler 

  • Peygamberimiz Bir Sohbetinde buyurdular ki

  • Sohbet

  • Takva

  • Tasavvuf

  • Yaratılanı severiz yaratandan ötürü

  • Zikir

  • Hz.YUNUS ‘ dan (K.S.)

  • Rabıta ile Ä°lgili Âyetler Kudsi Hadisler ve Hadisi Åžerifler

  • Letaife Hamse

  • Mürakebe Makamları

  • Nebî âşığı ÅŸair Nâbî

  • DerviÅŸin GeliÅŸ, GidiÅŸ Halleri

  • Takdir

  • KiÅŸinin Sevgisi

  • NakÅŸibendi Tarikatının Kaideleri ve Kandilleri

SAYFALAR
bottom of page