top of page

Åžah NakÅŸbend Muhammed Bahâüddin Buhârî (k.s.)

 

HÄ°LYE PÂK-Ä° ÅžÂH-I NAKŞİBEND
Uzunca boylu, buÄŸday tenli, gökçek yüzlüydü. Sakalı büyükçe boynu uzuncaydı. Boynu nur gibi parlardı. Mehabetliydi. Tatlı dilli ve güzel sözlüydü. Halk içinde bulunduÄŸu sırada bile gönlü Hakk ile meÅŸguldü. Türk illerinin saygın mürÅŸidiydi.
 

ÅžÂH-I NAKÅžBEND VE NAKŞİLÄ°K: 
Åžâh-ı NakÅŸbend hazretleri, kendisine kadar “Hâcegân Yolu” olarak anılan tarikatı “NakÅŸbendî” yapan kolbaşı. Veliler serdârı bir ulu. Adı Muhammed Bahâuddin b. Muhammed, nisbesi el-Buhârî. Buhârâ yakınındaki Kasr-ı ârifân’dan. Burasının eski adı Kasr-ı Hinduvân. Kendilerine nisbetle “Arifler köÅŸkü” anlamına Kasr-ı ârifân denildi. “NakÅŸbend” lâkabının nereden geldiÄŸi tam olarak bilinmemekle birlikte tarikatın “hafi zikir” ve “rabıta”yı esas almış olmasından kaynaklandığı söylenmektedir. Çünkü “NakÅŸbend” “Nakışçı, nakışbağı” anlamlarına gelmektedir. Başındaki “Åžâh” kelimeside “Gönül Sultanı” anlamına bir saygı ifadesidir.
Åžâh-ı NakÅŸbend, 718 Muharrem’inde (1318 Nisan’ında) Kasr-ı Hinduvân’da doÄŸdu. Bu yıllar Osmanlı Devleti’nin kuruluÅŸ yılları. Åžâh-ı NakÅŸbend’in doÄŸumundan tam bir asır evvel, Cengiz Han, Buhârâyı kuÅŸattı. Ä°ÅŸgal edip yaktı yıktı ve târ u mâr etti. Bundan sonra Buhârâ, MoÄŸollarla Harezmliler ve Ä°lhanlılar arasında bir çok defa el deÄŸiÅŸtirerek siyasi açıdan tam bir keÅŸmekeÅŸ içinde kaldı. Bahaûddin Buhârî’nin doÄŸduÄŸu zaman Buhârâ, Ä°ran MoÄŸolları ile müttefikleri ÇaÄŸatay hânedânının elindeydi.
Åžâh-ı NakÅŸbend hazretlerinin ilk üstadı, dedesinin ve babasının Åžeyhi olan Muhammed Baba Simâsî’dir. Kendisinin doÄŸumunu “Benim burnuma bu evden bir er kokusu geliyor” diyerek müjdeleyen ve onu üç günlük bir bebek iken manevi evladlığa kabul edip terbiyesini halifesi Emir Külâl’e havale eden, odur. Ancak seyr ü sülûkünü yanında tamamlayıp manevi emaneti aldığı mürÅŸidi, Emir Külâl hazretleridir.
 

DÎNÎ Ä°LÄ°MLERLE MEÅžGULÄ°YETÄ° 
Åžâh-ı NakÅŸbend hazretleri, maneviyat yoluna girmeden önce bir süre dînî ilimler tahsili için Semerkand’a gitti. Onsekiz yaşında Semerkant’taki tahsilini tamamlayarak memleketine döndü ve evlendi. Evlenmesinden bir süre sonra ilk ÅŸeyhi Simâsî vefat etti. Bu arada Kasr-ı Hinduvân’a gelen Emir Külâl, Bahâeddin’e ÅŸeyhinin vasiyetini hatırlatarak, onun manevi eÄŸitimiyle meÅŸgul olmaya baÅŸladı. Åžeyhiyle birlikte Nesef’e giden Bahâeddin Buhârî yedi yıl kadar orada kaldı.
Abdülhâlik Gucdüvânî zamanında gizli zikre önem veren “Hacegân yolu”nda Mahmud Ä°ncir FaÄŸnevî ile cehri zikir, hafi ile birleÅŸtirildi. Åžâh-ı NakÅŸbend hazretleri gizli zikre olan meyilleri sebebiyle bir bakıma Abdülhâlik Gucdüvâni’nin üveysi müridi oldu. O’nun vaz’ ettiÄŸi esaslar çerçevesinde ve ondan aldığı ruhani üveysi terbiye dairesinde yetiÅŸti. Müridinin halindeki farklılığı sezen ve onun cehri zikre katılmayışı dolayısıyla müridlerinin tepkisini bilen Emir Külâl, bir müddet sonra ona: “Åžeyhim Muhammed Baba Simâsî’nin senin yetiÅŸmen konusundaki emirlerini yerine getirdim. GöÄŸsümde ne varsa sana aktardım. Ama senin himmet kuÅŸun beni geçti. Artık kemâl semasında dilediÄŸiniz gibi uçmaÄŸa tarafımdan mezunsun” diyerek icazet verdi. Suhâr’da bir mescid inÅŸası sırasında beÅŸyüz müridin huzurunda gerçekleÅŸen bu icazetten sonra Åžâh-ı NakÅŸbend, oradan ayrıldı. Emir Külâl’in halifesi Arif Dikgirâni’nin dergahında yedi yıl sohbetine katıldı. Bunun ardından on iki yıl kadar Yesevî ÅŸeyhlerinden Kusem Åžeyh ile Halil Atâ’nın sohbetlerinde bulundu. Bir ara hükümdar olan Åžeyh Halil Atâ’nın bertaraf edilmesinden sonra çok üzülen Bahâeddin NakÅŸbend, dünya iÅŸlerinden büsbütün soÄŸuyarak Buhârâ köylerinden Ziverton’a yerleÅŸti. Mevlânâ Bahâeddin Kışlâkî’den hadis okuyan Bahâeddin NakÅŸbend’in Herat, Merv, NiÅŸabur beldelerine muhtelif seyahatleri oldu. Daha ÅŸeyhinin saÄŸlığında irÅŸada mezun olduÄŸu için etrafında geniÅŸ bir mürid ve muhib kitlesi oluÅŸmuÅŸtu.
Åžeyhi Emir Külâl vefatı sırasında (771/1370) müridlerine Muhammed Bahâeddin’e baÄŸlanmalarını vasiyet etmiÅŸti. Üç defa hac maksadiyla Hicaz’a gitti. Son haccında halifelerinden Muhammed Pârsâ’yı müridleriyle NiÅŸabur’a gönderdi. Kendisi Herat’a giderek orada bulunan Zeyneddin Ebû Bekir Tâyibâdî ile üç gün süreyle sohbetlerde bulundu ve NiÅŸabur’da bulunan Muhammed Pârsâ ve diÄŸer ihvanına yetiÅŸti. Hac dönüÅŸü BaÄŸdad ve Merv’e uÄŸrayan Åžah-ı NakÅŸbend, daha sonra Buhârâ’ya geldi ve vefatına kadar irÅŸad hizmetini orada sürdürdü. Bir ara Herat hükümdarı Müizzüddin Hüseyn tarafından hediyyeler gönderdilerek Herat’a davet edildi. Bu görüÅŸme sırasında Sultan’a pek iltifat etmemesi, onun halk nezdindeki “Åžâhlığını” yani gönüller sultanı olma özelliÄŸini daha da artırdı. Buhârâ’nın ilim ve irfan çevrelerinde gördüÄŸü hüsn-i kabul ve saygı, ilmini ve tasavvufî kiÅŸiliÄŸini göstermektedir. 791/ 1389 yılında doÄŸdukları Kasr-ı ârifan’da 73 yaşında hastalandı ve bir süre sonra Hakk’a yürüdü.
Hakkında yazılan eserlerden Enîsu’t-tâlibin’in verdiÄŸi bilgilere göre Hakim Tirmizi’nin eserlerini okumuÅŸ ve fikri olgunluÄŸa o eserler sayesinde ermiÅŸtir. Hatta yirmi iki yıldan beri onun tarikında olduÄŸunu söylediÄŸi kaydedilmektedir. Bu ifadeler, O’nun tasavvufun amelî ve âhlakî tarafından baÅŸka, fikri tarafıylada ilgili bulunduÄŸunun delilidir.
Åžah-ı NakÅŸbend hazretleri çok mütevazi bir hayat yaÅŸadı. Haramlardan titizlikle sakınır, ruhsat yolundan çok, azimet tarikini ihtiyar ederdi. Misafirlerine ikramdan hoÅŸlanır, hediyeye hediye ile mukabele etmeye çalışırdı. Mahlûkatın tümüne ÅŸefkat nazarıyla bakardı.
 

ÜVEYSÎ ÜSTADI GUCDÜVÂNΠ
Çağına yetiÅŸmeden, yüzyüze görüÅŸmeden feyz aldığı “üveysî” mürÅŸidi Abdülhâlik Gucdüvânî ona âlem-i mânâda ÅŸu nasihatta bulunmuÅŸtu: “OÄŸlum Bahâeddin, zikr-i ilâhi’den fariÄŸ olma! Mahlûkata hâlisâne hizmet et. Çünkü Hakk’a giden yol, hizmetten geçer. Ayağını ÅŸeriat seccadesine koy, emir ve nehyde istikamet üzre ol. Daima azimetle amel et, sünnete ittibâ et, ruhsatları bırak, bid’atlerden kaç insanlar, hayvanlar ve bitkiler senden hizmet bekliyor. Hafi zikre sarıl. Allah yâr ve yardımcın olsun.”
Bu vasiyetin tesiri ve fıtratındaki merhametin muktezasınca, onun yaralı hayvanlara baktığı; yaralarını tedavi ettiÄŸi hattâ, sokakların temizliÄŸiyle bile meÅŸgul olarak halka hizmet ettiÄŸi rivayet edilir.
Sordular:
– Sizin derviÅŸliÄŸiniz mevrûs mudur, yoksa mükteseb midir
Åžâh-ı NaÅŸkbend buyurdu:
– Bizim derviÅŸliÄŸimiz Hak cânibinden bir cezbedir. Hakk’ın ikrâmıdır.
– Peki sizin tarikınızda cehrî zikir, halvet ve semâ var mıdır?
– Hayır, yoktur.
– Öyleyse sizin tarikatınızın esası nedir?
– Bizim tarikatımızın esası “halvet der-encümen”dir. Yani zâhir halk ile, bâtın Hakk ile bulunmaktır. “El kârda, gönül yârda” olmaktır. Nitekim Kur’an’daki: “Ne ticaret ve ne de alış-veriÅŸin Allah’ın zikrinden alıkoymadığı erler vardır” (en-Nûr. 24/37) âyetinde bunlara iÅŸaret vardır.
Åžâh-ı NakÅŸbend hazretleri, ileri ufuklara bakmayı daima yükselmeyi öÄŸütleyen bir mânâ sultanıydı. Müridlerine: “EÄŸer himmetimizi yüksek tutmaz, oyununuzu büyük oynamazsanız, size hakkımı helâl etmem. Üstün himmette öyle olmalısınız ki, ayaklarınızla başıma basmalısınız.” Yani sizin mânevi dereceniz benden daha yukarılara ulaÅŸmalı.
 

ASIL KERAMET, KERAMETÄ° GÄ°ZLEMEKTÄ°R: 
O’nun tâlim ettiÄŸi NakÅŸilik yolunda en büyük keramet, kerametin gizlenmesiydi, setredilmesiydi. Çünkü Hak Teâlâ bazan veli kulunu kerametle taltif ederek kendisi ile keramet arasında muhayyer bırakarak imtihan eder. Kul, gayenin keramet deÄŸil, istikamet ve Hakk rızası olduÄŸunu anlarsa kurtulur; deÄŸilse ayağı sürçer ve tökezler. Mâneviyat yolunun en tehlikeli geçidi burasıdır. Åžâh-ı NakÅŸbend’e göre en büyük keramet kerameti örtmek ve gizlemektir. Bu yüzden kendisinden: “Sizden niçin bu kadar az keramet zuhur ediyor?” diye soranlara ÅŸu cevabı veriyor: “Omuzlarımızdaki bunca günah yüküne raÄŸmen ayakta durabilmekten daha büyük keramet mi arıyorsunuz?”
Cezbe ve taÅŸkınlıktan, meclisinde sayha ve nârâ atılmasından hoÅŸlanmazdı. Nitekim birisi bulunduÄŸu mecliste: “Allaaaah!” diye haykırdı. O ÅŸunları söyledi: “Bu haykırış, gaflet iÅŸaretidir. Bizim meclisimizde gafillere yer yok.”
 

NEFS KONUSUNDA 
Nefs konusunda ÅŸöyle konuÅŸurdu: “Nefislerinizi kınayın. Çünkü nefsini kınamasını bilen onun hile ve mekrini bilir.”
“Nefsin bineÄŸindir, ona ÅŸefkatle davran” hadisindeki nefs, “mutmeinne” derecesine ermiÅŸ nefstir. Yoksa emmare olan nefs deÄŸildir. Nitekim Kur’an’daki: “Nefs, kötülüÄŸü çokca tahrik edicidir, ancak Rabbımın merhamet ettiÄŸi nefs müstesnâ” (Yusuf, 12/53) âyetinde istisnâ tutulan nefs de budur.
Efendimiz bir hadis-i ÅŸeriflerinde “Eziyet veren ÅŸeyi yoldan uzaklaÅŸtırmayı” imândan saymışlardır. Åžâh-ı NakÅŸbend hazretleri, bu hadisteki ezayı “nefs”, yolu da Hak yolu ve tarikat olarak yorumlardı ve bu duruma göre hadisin anlamı Bâyezid Bistamî’nin buyurduÄŸu gibi, “Nefsini bırak da gel” ÅŸeklindedir. Hak ehli kimselere muhabbete bile mani olan nefsten geçmek nefsin sıfatları, esaretinden kurtulmak gerekir.
Buhara ulemasından biri, Åžâh-ı NakÅŸbend hazretlerine sordu:
– Bir kul namazda huzura nasıl erebilir? Cevap verdi:
– Dört ÅŸeyle:
1. Helâl lokma
2. Namaz dışında da Hakk’ı asla unutmamak,
3. Abdest sırasında da gafletten uzak durmak; Hakk ile olmak.
4. Ä°lk tekbiri alırken kendini Hakk’ın huzurunda bilmek.
 

MÂRÄ°FET NESEPTE MÄ° Ä°KTÄ°SÂBDA MI? 
Kemâl ve mârifetin haseb ve neseble deÄŸil, iktisâbla olduÄŸuna inanırdı. Bu yüzden kendisine “Sizin silsileniz nereye ulaşır, ve kime dayanır?” diye soran birine: “Silsile ile kimse bir yere ulaÅŸamaz.” diye karşılık verdi.
Kur’an’daki “Ey müminler Allah’a inanın” (en-Nisâ, 4/136) âyetini her göz açıp kapamada bu fânî vücûdu nefyedip mabûd-i hakiki’yi isbat etmektir” diye yorumlamıştır. Mâsivâya aldanıp baÄŸlanmayı bu yolda en büyük perde olarak görmüÅŸ, kelime -i tevhiddeki “Lâ ilahe” tabiat putunu nefydir. “Ä°llallah” gerçek mabûdû isbâttır. “Muhammedun Rasûlullah” Hazret-i Rasûle ittibâdır. Bu yüzden zikirden maksad, bu sırra ermektir. Zikir sırasında mâsivâ bilkülliye nefy olmalıdır, sayısının çok olması ÅŸart deÄŸildir.
Åžâh-ı NakÅŸbend hazretleri, yolunun esasını “sohbet” olarak tanımlamıştır. “Yolumuz sohbetledir. Halvette ÅŸöhret vardır. Åžöhrette de âfet. Hayr ve felah cem’iyette, halk arasına karışmaktadır. Sohbete devam, iman-ı hakikiye imkân saÄŸlar. Bizim tarikımızda az amel ile çok fütûh olur. Çünkü sünnete ittiba zor iÅŸtir ve bizim yolumuz sünnet yoludur.”
 

HACEGÂN YOLU VE NAKŞİLÄ°K 
BilindiÄŸi gibi, Åžâh-ı NakÅŸbend hazretleri, Hâcegân yolunun Hace Abdulhâlik Gucdüvânî tarafından tesbit edilen “on bir” esasını ihyâ etti. NakÅŸbendiyye yolunu daha saÄŸlığında Buhârâ, Semerkand ve Maveraünnehir bölgesine yaydı. Güçlü ve müteÅŸerri halifeleri sayesinde yıllar yılı Ä°slâm ülkelerinde tesir ve nüfuzunu devam ettirdi. Åžâh-ı NakÅŸbend, Hanefî mezhebindeydi. Kendisinin tasnîf
buyurdukları “Evrâd-ı Bahâiyye” sinden baÅŸka eseri yoktur. Ancak müridi ve halifesi Muhammed Pârsâ ve diÄŸer halifeleri, bazı sözlerini tespit etmiÅŸlerdir. Osmanlıların kuruluÅŸ yıllarında teessüs eden tarikatı, XIV. Asırdan itibaren Osmanlı ülkesinin muhtelif yerlerine yayılma imkânı bulmuÅŸtur.
Buhârâ’da bulunan kabri, yetmiÅŸ yıllık komünist rejim sırasında halkın manevi himaye odağı gibi hizmet görmüÅŸ, gizli zikri esas olan tarikatı vicdanlarda mahpus imanları korumuÅŸtur.
-kaddesallahu sirrahu’l-Az

​​​

​

​

​

​

​

  • Muhakkak Allah emaneti ehline vermenizi emreder

  • Allah-ü Teâlâ’nın sevgisi

  • Fetret Devresi

  • Hacı Babamızın Evlatlarına Nasihatları

  • Hacı Babamızın Halifeleri

  • Ä°mtihan Dünyası                    

  • Allah ve Resülü’nün dilinden dökülen inciler 

  • Peygamberimiz Bir Sohbetinde buyurdular ki

  • Sohbet

  • Takva

  • Tasavvuf

  • Yaratılanı severiz yaratandan ötürü

  • Zikir

  • Hz.YUNUS ‘ dan (K.S.)

  • Rabıta ile Ä°lgili Âyetler Kudsi Hadisler ve Hadisi Åžerifler

  • Letaife Hamse

  • Mürakebe Makamları

  • Nebî âşığı ÅŸair Nâbî

  • DerviÅŸin GeliÅŸ, GidiÅŸ Halleri

  • Takdir

  • KiÅŸinin Sevgisi

  • NakÅŸibendi Tarikatının Kaideleri ve Kandilleri

SAYFALAR
bottom of page